Cüneyt E. Koryürek

Eserleri

3. Silahşör de öldü - Radikal< Geri dönün

11 Kasım 2001

Osman Coşgül ölmüş. Bu kötü haberi, ilginçtir, sayfada yeni komşum futbol adamı Alp Yalman'ın köşesinde okudum. Sonra da hem Yiğiter bu sayfada hem de Ali Sirmen Cumhuriyet'te yazdılar.
Futboldan başka spor bilmeyen bugünkü kuşak bilmez. Ekrem Koçak, Cahit Önel ve Osman Coşgül, Türk atletizminin altın yıllarını, Ruhi Sarıalp gibi muhteşem sporcularla yaşatmışlardı. Ekrem Koçak mükemmel bir 800 metreci idi ve bu mesafede dört kez Türkiye rekoru kırmıştı. Barcelona'daki 1955 Akdeniz Oyunları'nda sadece 800 ve 1.500 metrelerde birinci olmakla kalmadı, bu branşlarda yeni iki tane rekor da kırmıştı.

Cahit Önel, Ekrem'le birlikte 800 ve 1.500 metrelerin ezeli rakipleri oldular. Cahit 800 metrede dört, 1.500 metrede de beş kez Türkiye rekortmeni oldu. Cahit, bu mesafelerle de yetinmedi ve 3.000 steeple'da sekiz ve 5.000 metrede iki kez Türkiye rekorunun sahibi oldu. Cahit, 1948, 1952, 1960 ve 1964 Olimpiyadları?na katılmakla, en çok Olimpiyat gören atletimizdi. Cahit, 1952 Helsinki Olimpiyatları'nda 3.000 steeple'da, seçmede dördüncü olarak katıldığı finalde 11. olmuştu. Osman Coşgül ise, Ekrem ve Cahit?in arasına girmeyi başaran ve iki kez 1.500 metrede Türkiye rekorunu kırmasına rağmen, genelde 5.000 ve 10.000 metrelerde çok daha başarılı idi. Osman, 3.000 steeple'da bir kez, 5.000 ve 10.000 metrelerde de beşer defa Türkiye rekortmeni olmuş ve seçmesiz yapılan 1952 Olimpiyatları 10.000 metre finalinde de 15. olabilmişti.

Lisedeyken, en sevdiğim spor olan 'kayak'ı bırakıp, pistlere indiğimde bu üç şampiyonu yakından tanıdım. Hepsi ile dosttuk. Ekrem, Ankara'da yerleşmiş Boşnak bir aileden gelmeydi. Cebeci'de otururdu. Uzun boyu, geniş omuzları, koşarken gayet kuvvetli kullandığı kol ve bacakları ile adeta korkulacak bir şampiyondu. Cahit ise Beşiktaş'ta oturan, Galatasaray hastası, daha ufak tefek ve yarış sırasında yapabildiği sprintlerle rakiplerini şaşırtabilen bir atletti. Osman da, Samatyalı olduğunu her an söyleyen, daima güleryüzlü, şaka kaldıran ve başını her iki tarafa sallayarak koşması ile bir bakıma Zatopek'e benzeyen bir stile sahipti. Ekrem, gayet dik başlıydı ve belki de bu nedenden okulu çok erken bırakmış ve kendini tamamen atletizme vermişti. Cahit ise Yıldız Teknik'ten mezundu. Ben, Amerika'ya üniversite için giderken, "Beni de yanına alıver" demişti Cahit. İki yıl sonra tatil için Türkiye'ye döndüğümde, benim devam ettiğim Kaliforniya'daki üniversiteye gelmeye hazır olduğunu söyledi. Cahit, 1956'nın başında bizim okula geldi ve okul takımında birkaç yarış koştu. Mühendislik yanında İngilizce dersleri almaya başladı. Bir taraftan ailesini özlemesi, diğer taraftan da aynı yıl Melbourne'da yapılacak Olimpiyatlar için Türkiye'de çalışmak istemesi nedeniyle, bir kaç ay sonra geri döndü. Kötü bir rastlantı, o yıl Olimpiyatlara atletler gönderilmedi.
Ekrem, bu Üç Silahşörler arasında, aramızdan ayrılan ilk şampiyon oldu. Çok sigara içerdi. Cahit, karaciğerinden kaynaklanan bir hastalık sonucu öldü. Osman Coşgül'ü, 1988'de TRT için hazırladığım bir olimpiyat belgeselinde ekranlara çıkardım. Çok şişmanlamıştı. Sonraları, bir kez de, yarışma direktörü olduğum bir AvrAsya Maratonu için, özel konuk olarak ağırladım. Edirne'ye yerleşmişti. Her zamanki gibi, güleryüzlü, şakadan anlayan, takılmasını seven çok içten bir dost olarak kaldı.

Türk atletizmi, 1950'lerde çok kuvvetliydi. Zira Ekrem, Cahit ve Osman gibi şampiyonlar hem saate karşı hem de birbirlerine rakip olarak pistlerde koşuyor ve birbirlerinin rekorlarını kovalıyorlardı. Bunlar, gerçekten Efsane Adamlar olarak tarihte yerlerini aldılar. Umarım, şimdi buluştukları yerde, koşmasalar dahi, birbirlerine takılıyorlardır. Hepsine Tanrı'dan Rahmet. Türk Atletizmi'ne de!