Mehmet Demirel
Cüneyt E. Koryürek’in Damadı
O’NUN ANISINA
“Cüneyt Koryürek”, veya daha az kişinin bildiği tüm ismi ile,
“Cüneyt Enis Koryürek”, Kısaca “CEK”.
O kadar çok şey yazıldı, söylendi ki hakkında; ben 30 yıllık
damadı olarak bunları yinelemek istemiyorum.
Dürüsttü, her saygın kişinin doğal olarak sahip olması gereken
bu vasıf ne yazık ki son 20 - 30 yıllık Türkiye gerçeğinde bir
iltifat olarak kullanılmakta.
O sapına kadar dürüsttü, bu özelliğinden kendine bir paye,
bir böbürlenme vesilesi ummadan.
Doğru sözlüydü. İnsancıl kişiliğine karşın onun için siyahlar
ve beyazlar vardı sadece. Karşısındakini tatmin etmek için grinin
tonlarına sığınmayı seçmezdi.
Fedakârdı, çocuklarının, ailesinin, dostlarının her türlü sıkıntısına
yetişecek ve bu uğurda hiçbir şeysiz mezara gitmecesine.
Ben onu 1977 yılında tanıdım. Şu andaki sevgili eşim Jale ile
evleneceğimizi ona bildirir ve onayını alırken. Beni iki üç aydır
tanıyordu. Çok memnun olduğunu belirtti ve bir şey daha;
“Evlilik hayatı veya en basit bir beraberlik dahi sürdürülmesi
oldukça güç bir olgudur. Problemler ve anlaşmazlıklar başladığında
‘ben’ler çıkar ortaya. Ben yaptım, ben veriyorum, ben fedakârlık
ediyorum. Ama bunlardan en kotüsü hep ve sadece kendinin
odun verdiğini düşünmek saplantısıdır. Ve bu hisler içindeyken,
karşı tarafın da ne denli ve hatta ne kadar büyük ödünlerle beraberliğinizi
sürdürmeye gayret ettiğini asla göremezsin.”
Eşimle zıt kutup olmamıza karşın 30 yıldır devam eden evlilik
hayatımızdaki en etkili koruyucu bu olmuştur zannederim.
Yoğun programı içinde çoğu zaman randevu ile girerdik yanına.
Ama ne beis, orada geçirilen 15 - 20 dakika veya azami 1
saat her dakikası ile yaşam gerçeğine daha başka, daha doğru bir
acıdan bakabilmemiz için esaslı bir eğitim sürecini teşkil ederdi.
Konuşulan konuyla ilgili güncel misalleri, dayanakları, kaynakları
ile sunar, ama sonunda muhakkak kendı yorumu ıle taçlandırırdı.
Konu bir gün bit pazarından, üstelik de yüklü bir para sayarak
aldığı antika daktilo makinesi ise, diğer bir gün ülke ve dünya
gerçekleri gündeme gelir, bu konuda en son gelişmeleri, kendi
yorumu ile size aktarırdı.
Bir tat uzmanı, kaliteli yemek düşkünüydü. Çok az yemesine
karşın, gerek sofrasında ve gerekse ofisindeki çay beraberliklerinde
inanılmaz lezzetler eşlik ederdi sohbete.
“Evladım, bunlar domuz gibi tıkınmak için değil, tadına varmak
için yenecek şeyler” deyip, benim inanılmaz iştahımla kafa
bulurdu.
İngilizce’yi Amerikalıların birçoğundan daha iyi konuştuğunu
5 yıldır Amerıka’da yaşıyor olarak şimdi daha iyi anlıyorum.
Dil sorunumdan bahsettiğimde “Dert etme” derdi. “Orta sınıf
Amerikalı günde 100 kelime ile konuşur.”
Göçmen olarak Amerika’ya gitmemizin arifesindeki endişelerimi;
“Amerika’da herkese iş var, ben üniversitede iken tatil
sezonunda noel çamı satıp ek kazanç bile sağlamıştım” diyerek
hafifletmişti.
Hızlı ama dikkatli araba sürerdi. Kim derdi ki hızlı, ama dikkatsiz
bir sürücünün kurbanı olacak.
Bir gün “Bir koşu düşünüyorum” demişti, “Anadolu’dan,
Rumeli’ye.”
Köprüyü aklımıza getirmek yerine nasıl olacağını düşünmüştük.
Şimdilerdeki Avrasya Maratonu onun fikriydi ve ilki onun
inanılmaz koordinasyon gücünün yarattığı sponsorların mali
destekleri ile yapılabilmişti. Aklımda yanlış kalmadı ise maratona
birkaç gün kala “Ya köprü cökerse” gibi bir fikir! Dolaşmıştı
etrafta da, köprüyü sigorta dahi ettirmişti.
Keşke İstanbul Belediyesi vefa gösterip adını verse maratona.
Dolu dolu yaşadı, ayakta göçtü bu dünyadan. Hastalanıp sakat
kalacak bir bedeni çekemezdi. Ruhu şad olsun.
“Babacım,
Seni şimdiden özledim. Zaman zaman seninle konuşuyorum.
Mutlu olduğunu biliyorum.”
Jale Patricia Demirel