Üstün Dinçmen
Emekli Büyükelçi
1970’li yılların ortalarında, Dışişleri Bakanlığı Enformasyon
Genel Müdürlüğü’ndeki görevim sırasındaydı. Bir
gün kapı açıldı ve içeriye elinde bond çantası ile Cüneyt girdi.
Tanışmıyorduk. Bir süre birbirimize bakakaldık. Son derece vakur
ve kendinden emin bu kişi kim olabilir derken kendini tanıttı,
ben de tanıttım kendimi ve buyur ettim. Sanırım o anda aramızda
bir elektriklenme oldu ve dostluğumuzun şimşekleri çaktı.
Konu ikimizin de sevdası, Türkiye’nin dış dünyada tanıtımı olunca
görüşmemiz uzun sürdü ve kısa zamanda tekrar buluşmak ve
diyalogu sürdürmek kararı aldık.
Cüneyt bir proje adamı idi ve dünya medyasının etkin gazeteleri
ile yakın teması vardı. İlk planda Amerika’nı önde gelen
dergi ve gazetelerinde bir Türkiye eki yayınlamanın iyi bir fikir
olacağını düşündük. Ne var ki ülkenin bulunduğu ekonomik durum,
bizim Bakanlık bütçesinde olumsuz biçimde etkileniyordu.
Yılmadık ve Cüneyt’in üstün gayretleri ve o inanılmaz ikna kabiliyeti
yeteneği ile ağırlıklı olarak sözel sektör ve kamu sektörlerinden
sağlanan imkânlarla yabancı dergi ve gazetelerde peş peşe
“Türkiye Ekleri” yayınlanmasını sağladık.
Daha sonraki yıllarda benim yurtdışına tayinlerim ve onun
başta atletizm olmak üzere çok yönlü ilgi alanları nedeniyle pek
sık görüşemiyorduk. Bazen yollarımızın New York’ta kesiştiği de
oluyordu. Bu yüzden temaslarımız çok sık olmasa da dostluğumuzun
sıcaklığı hiç azalmadan süregelmiştir.
Eşim Filiz de kendisiyle görevi nedeniyle bulunduğu New
York’ta tanışmış. Cüneyt’in hem entelektüel derinliğinden hem
de sıcak kişiliğinden çok etkilendiğini bana dönüşünde uzun
uzun anlatmıştı. O dönemde dışişleri memurlarına yurtdışı seyahatlerinde
çok cüzi bir gündelik ödenirdi. Cüneyt bunu bildiği
için Filiz’i kırmadan ve üzülmesine yol açmadan paraya ihtiyacı
olup olmadığını daha ilk karşılaşmalarında büyük bir ustalık
ve incelikle açıklamaya çalışmış. Filiz bunu hiç unutmadı. Daha
sonraki yıllarda Cüneyt bizi zaman zaman aradığında Filiz’le de
mutlaka görüşür, sohbet ederdi.
Onunla en son olarak ortak dostumuz Orhan Mizanoğlu’nun
cenazesinde karşılaşmıştık. Çok üzgündü. Bir can dostu kaybetmiş
olmanın acısı o gün yüzüne yansımıştı. En kısa zamanda görüşelim
dedik. Ankara’ya dönüşümde telefonla aradı ve ilk fırsatta
Ankara’ya gelmeyi vaat etti. Kısmet değilmiş.
Çok sık görüşmesek de Cüneyt’in “Orada” olduğunu bilmek
bize rahatlık ve güven verirdi. Şimdi ise yokluğunun yarattığı
boşluğu içimize sindirmeye çalışıyoruz.