Ahmet Çakır
“Başarılı insanın mutlaka bir genel müdür, milyarder
olması, evine yüzlerce uşaklar tutması veya Rolls Royce araba
kullanması gerekmez. Başarıl insan bence mesut insandır.
Kendi kendisiyle problemi olmayan insandır. İnsanlara baktığı
zaman yüzü gülebilen, yaşamdan zevk duyan insandır. Başarı
bence insanın etrafa güleryüzle bakabilmesi, istediğini yiyebilmesi,
isteği şeyleri söyleyebilmesi, istediğiyle konuşabilmesi, istediği
zaman kişilerle buluşup, istediği zaman yalnız kalabilme
hürriyetine kavuşmasıdır. Ve ‘ahh ne güzel bugün de yaşıyorum
ve bu fırsatı değerlendiriyorum” diyebilen insandır. Bundan
daha büyük başarı olabilir mi?”
Cüneyt Koryürek
Bu yazının başlığı “Bana benzeyen adam” da olabilirdi...
Cüneyt Koryürek ile herhangi bir şekilde yakınlığımızın
oluşmayışı, bir proje içinde birlikte çalışmayışımız hem çok şaşırtıcı
hem de olağan bir durum.
Çünkü biliyorsunuz aynı adlı kutuplar birbirini iter, karşı
olanlar çeker.
Yaklaşık 30 yıl birbirine çok yakın ortamlarda birlikte olduk.
Hatta kimi gazetelerde (Yeni Yüzyıl) aynı zaman dilimi içinde çalıştık.
Ancak yazarların ille de gazeteye gelmesi, mutfakta bulunması
gerekmediğinden biraz uzak kaldık.
Cüneyt Ağabey’in organize ettiği çeşitli toplantıları sonradan
Atilla Gökçe dostum anlatırdı. Bunların nasıl bir fikir kulübü
havası içinde geçtiğini, bunun yanında Cüneyt Ağabey’in evsahipliğinin
keyifli yanlarını sadece dinledim, yaşama imkanı bulamadım.
Yaptırdığı özel böreklerlehazırlattığı kahvaltıları sadece
düşgücümle canlandırabildim...
Açıkçası bunda Hıncal Ağabey’le aramızın uzun yıllar biraz
limoni olmasının da rolü vardı sanıyorum. Uluç’un bulunduğu
ortamlara uzak kalışımın hem benden hem ondan kaynaklanan
nedenleri vardı. Cüneyt Ağabey’in de Uluç’un yerine beni seçmesi
için bir neden yoktu.
***
Cüneyt Ağabey kendi bedenine ve beynine duyduğu saygı ile
çok çabuk farkedilen bir adamdı. Birinciyi anlamak çok kolaydı
çünkü 77 yaşında hala tığ gibiydi. Bazılarının o hale gelebilmek için
milyonlar harcayıp da başaramadığı bir işti bu. Koryürek ise en başından
bir yaşama biçimi olarak benimsemiş ve sonuna kadar da
bu yönde bir zaafa düşmeden kendini korumayı başarmıştı.
Galiba bu haliyle o vermese bile bizim almamız gereken bir
mesajın canlı simgesi gibiydi: Atletizmden söz edebilmek için
önce sizin atlet olmanız lazım! (Böyle bir çıkarım, Atilla Gökçe
Ağabey’imin canını sıkabilir ama benim durumu böyle anlamış
olmama da ses çıkarmaz!)
Ölümünden sonra onu “İhtiyar delikanlı” gibisinden basmakalıp
bir nitelemeyle anlatmaya çalışan hemen hiç olmadı. Çünkü
önce fiziği, sonra beyni ve yüreğiyle ona ‘ihtiyar’ diyebilmek
mümkün değildi.
Beyinsel etkinliğini sonuna kadar eksilmeden hatta artırarak
sürdürmesinin örnekleri de zaten gözler önünde. Hele o çalışma
odasındaki kitap yığını! Onu en iyi anlayabileceklerden biri
benim. Hanım bıraksa ben de evi o hale getiririm. İşyerlerinde
bunu zaten yapıyorum ama Cüneyt Ağabey’inkiyle yarışabilmek
ne mümkün! O binlerce kitap, dergi, broşür, kaset, CD, DVD hep öğrenmek
ve dünyayı daha iyi anlayabilmekle ilgili. Bir röportajında
bunu açıkça söylüyordu zaten. Hatta “Daha az cahil olabilmek
için” diye nitelendiriyordu bu çılgınca okuma ve öğrenme tutkusunu.
Onu pek mütevazı bulmayanlar olduğunu biliyorum, oysa
tevazunun bundan daha büyük bir kanıtı bulunabilir mi?
Elbette ki bunun sonucu olarak hemen her konuda çok şaşırtıcı
bilgilere sahipti. Onu “Bir Bilgi Faşisti” olarak nitelendiren
Atilla Gökçe, Cüneyt Ağabey’in bu yanını çok iyi anlamış biriydi.
Arkasından yazdığı nefis yazıda da bunu gösterdi.
***
Gidenlerin arkasından yazılan yazılarda o kişiden çok insanın
kendini anlatması yazarlık beceriksizliği ya da kendine aşık
olmak olarak görülebilir ama biraz da doğaldır. Sonuçta anlatmak
istedikleriniz, birlikte yaptıklarınız, yaşadıklarınız ya da düşündüklerinizdir.
O zaman kaçınılmaz olarak kendinizden de söz
edersiniz.
Cüneyt Ağabey’le birlikte pek bir şey yaşamadığım ve yapmadığım
için kaçınılmaz olarak kendimden söz etmek zorundayım.
Onunla aramızdaki en belirgin benzerlik olarak yaşama
biçimimiz görünüyor. Hayata bakışımız, başarı anlayışımız birbirine
çok yakın.
Yine bir röportajında hayattaki başarıyı çok büyük işler yapmak,
para pul kazanmak, ün sahibi olmak gibi boyutlarda görmediğini
anlatıyordu. Hayatta başarı, dilediğin gibi yaşayabilmek
daha doğrusu bunu becerebilmekti.
Elbette ki çevresindekilerle paylaşılan güzellikler, bu mutluluğu
çoğaltan bir kazançtı.
Onun için de Atilla Ağabey’in, çok önemli birtakım sportif
bilgileri kendisine sakladığı için kullandığı “Bilgi Faşisti” niteli-
ğinden kolaylıkla sıyrılıp “Artık hakettin” diye ona büyük çabalarla
edinilmiş, en önemli ve değerli bilgileri verebilmişti...
Yani kimsenin haketmediği şeyleri almak istememesi gerektiğini
zarif biçimde anlatmaya çalışıyordu.
Bilgili, çalışkan, ilkeli, tutarlı ve daha bir dolu niteliklere sahip
değerli bir insandı.
Yaşadığı ülkeyle kişisel kalitesi arasındaki çelişkiyi vurgulayabilecek
şekilde ölümü için ne denilebilir bilmiyorum...