Yaprak Özer
Gazeteci – Yazar
Gelen İş Gİden İştİr
“Ya mantı, ya puf böreği, ikisi olmaz!” Cüneyt Bey’i Teşvikiye
Camii’nden uğurlamasaydık, o gün ofiste mantı yiyecektik.
Telefonda “Mantıya gel” dedi. Ben, “Puf böreği de isterim”
dedim. “Elimi verip kolumu kurtaramıyorum” dedi. “Olmaz ya o
ya... ikisi yok! Tamam, sana puf böreği yaptırıyorum o zaman!”
Aslında mantı daha cazipti, ama onu kızdırmak çok güzeldi.
Mantıyı kaybetmek üzere olduğumu farkettim, her zaman böyle
olurdu. Zaman kazanmak için arkasından ne var diye sordum.
“Tavuk göğsü” dedi. “Tamam, mantı olsun o zaman” dedim.
Mantı pazarlığı bitince, “Nedir senden çektiğim” dedi. Her seferinde
aynı sohbeti yapardık: Mantıya gel... Puf böreği de olsun...
Ne aç gözlüsün...
Sevdiklerini ihmal etme
Cüneyt Bey’i tanıdığımda meslekte çok yeniydim. Hangi gün,
nerede tanıştığımızı anımsamıyorum ama sanki ben onu hep tanıyordum.
Son zamanlarda iş yoğunluğum onu daha az görmeme
ya da telefonda daha az konuşmama neden oldu. Ne kadar yazık.
Eksikliğini hissettiğim için bugün pişmanım. Daha çok zaman
ayırmaya özen göstermeliydim. Ama nedense o benim için hep
orada duran biriydi. Bir tür güvence. Ona bir şey olmazmış gibiydi.
Hayatta hiçbir şeyin güvencesi yok oysa, değil mi? Öğrendim,
sevdiklerimizi ihmal etmeyeceğiz.
“Domuz gibiyim”
“Nasılsınız Cüneyt Bey?” dediğimde, “Domuz gibiyim” derdi.
Bir gün şikâyet ettiğini duymadım, görmedim. Hep çok sıhhatli,
hep çok dinamik, hep çok hareketliydi. Ona ölümü yakıştırmakta
zorlandım. Hem de karşıdan karşıya geçerken. Son mantı
toplantılarımızdan birinde bana annesini anlatmıştı uzun uzun.
Resimlerini göstermişti, hayranlığını gözledim. Ne güzel bir şey
diye düşündüm içimden, insanın annesini bu sözlerle, bu yaklaşımla
anması, tanıtması. Bizim ülkemizde erkeklerin annelerini,
eşlerini, kız kardeş ya da ablalarını kısaca bir kadını abartmadan,
saptırmadan ve sakınmadan övmesi çok özel ve güzeldir.
Kızdı mı kızardı hani
Ben değişik kararları alırken Cüneyt Bey’in de fikrini alırdım.
Zaman zaman onu kızdırdığım oldu. Kızınca da kızardı hani...
Hiç unutmam, bir gün yazdığım ya da yazmadığım bir şey yüzünden,
tam anımsayamıyorum, nasıl hesap sormuştu bana. Telefon
konuşmamız bitmedi bir türlü. İnanılır gibi değil! Kısa bir süre
araşmadık. Sonra sil baştan. Konuşmanın ya da konuşmamanın
bir faturası olurdu. Ben işi çözmüştüm sonunda. Konuşmak gerekir,
öbürü daha pahalıya patlardı. Çünkü siz ona sormayınca,
o size sorardı. En iyisi baştan sormaktı. Evlenme kararı verdiğimde
bile konuştuk. “Acıyorum bu adama” dedi. Sözlerini dinleyen
dışarıdan biri, “Bu adam oğlan tarafı” derdi. Oysa yüreği hep
benleydi. Tanıştıktan sonra, “İyi çocuk bu” dediğini anımsıyorum.
Ama beni kızdırmaktan hiç vazgeçmedi. Tabii bir de çapraz
sorgudan. Her şeyin nasıl gittiğini kendi metoduyla öğrenmeye
bayılırdı. Anlardı, saklanmazdı.
Bilgiyle zehirlerdi
Onu tanıyanlar bilir, odası kitap doluydu. Onların içinde mantı
yiyecek kadar yaşamak hoştu ama ömür boyu yaşamak nasıl bir
duygu bilmiyorum. Kitaplar o kadar çok ki bırakın insanın üzerine
üzerine gelmesini, hangisi nerede anlamak mümkün değildi.
Nasılsa o bilirdi. Cüneyt Bey öyle böyle değil çok kıskanç bir adamdı.
Şaşırdınız değil mi? Kitaplarını çok kıskanırdı. Kitap istediğinizde
bakmak için bayıla bayıla verirdi. Gidip almanızı önerirdi.
“Ben bunu alıp okuyayım” dediğinizde biraz duracaksınız. Vermez
miydi, verirdi tabii. Ama öyle gönüllü değil, gözümden okurdu o
kitapların ona geri dönmesinin zor olduğunu. Bayılırdım çünkü.
Gözlerim ele veriyor olmalı. Kitapların fotokopisini yapar gönderirdi
bana. İkimizin de içi rahat, o kitabını yitirmemiş, ben elim
boş çıkmamışım, ödevlerimi yüklenmişim, Cüneyt Bey emellerine
ulaşmış, ben biraz daha bilgiyle zehirlenmişim!
Vicdanımın sesi
Cüneyt Bey benim için hem bir dost hem de bir öğretmen oldu.
Hem sever hem çekinirdim. Doktora çalışmalarımın bekçisiydi
resmen. Vicdanımın sesi! Ne oldu, niye bitirmedin, hangi aşamadasın,
mazeret yok, ara verme... Kendi işimi kurduğumda sevindi,
ne yaptığımı dinledi. Oysa meslekten pek çok dostum, kendi işimi
kurmaya karar verdiğimde benim kaybolacağımı düşünmüşlerdi.
Gözlerinde okumuştum. Cüneyt Bey öyle değildi. Kolay aferin demezdi,
yaptıklarımı ve yapacaklarımı onayladı. İşimi kurduktan
sonra baktı ki gidiyor, baktı ki iyiyim bir gün beni uyardı. Bugün
de aklımdan çıkarmadığım bir cümle kurdu: “Gelen iş, giden iştir
Yaprak, dikkatli ol.” Kulağıma küpedir. “Gelen işe güvenme
Yaprak” derim kendi kendime, “Gelen iş giden iştir”. Sonra Cüneyt
Bey’e içimden selam eder, sevgilerimi yollarım.
Nasılsınız Cüneyt Bey desem, ben duyamasam da “domuz
gibiyim” dediğinizi biliyorum.
Sevgilerimle Cüneyt Bey.