Cüneyt E. Koryürek

Hakkında Yazılanlar

 

Ayşen Sırmabıyık

Delta Ajans Çalışanı

Yıl 1980 Ağustos ayı. İş görüşmesi için Delta Ajans’a gittim.

Görüşmeyi Işıl Hanım ile yaptım ve birbirimizden oldukça

olumlu bir elektrik aldık. Kendi kendime, olursa çalışabilirim

diye düşünüyordum ki; son dakikada içeriye ağzında piposu,

dimdik ve başı yukarıda hatta biraz da en büyük benim havasında

birisi girdi. Işıl Hanım “Eşim Cüneyt” diyerek bizi tanıştırdı

ve olursa hep beraber çalışacağız dedi. Cüneyt Bey bana baktı

ve “Sen de mi mültecisin?” dedi. Çünkü daha sonraki günlerde

öğrendim ki Rumelilere böyle takılmayı çok seviyordu. Ama ilk

karşılaştığımda hadi bakalım bu da neyin nesi diye düşünmüş ve

acaba kabul etsem mi? sorusu kafama takılmıştı. Ama şimdi iyi

ki o soruya olumlu yanıt verip Delta’ya girmiş Cüneyt Bey gibi

birisi ile o günden bu yıla kadar sürecek bir dostluk kurabilmişim

diyorum. Hani bazı insanlar vardır hep hayatınızdadır, zaman

zaman görüşme süreci uzasa bile onun orada olduğunu bilirsiniz

ve o size bir güç verir. Cüneyt Bey bu insanlardandı ve ben onun

ölümsüz olduğunu düşünürdüm. Onun hep var olacağını ve birilerinin

yolunu aydınlatacağına inanmıştım. Sanırım halen onun

yokluğunu kabullenemem bundan. Eminim ki onun yakınında

olanlar da aynı şeyi hissediyordur.

İlk görüşte insanları irkilten ani ve direkt soruları, olaylara

son derece açık ve gerçekçi yaklaşımları, zaman zaman etrafındakileri

ürkütse de onu tanıdıktan sonra, yaptıklarının karşısındaki

insanlar adına ne kadar eğitici olduğunu gördüm.

Bir süre sonra benim yemek yapma konusunda ki keyfimi

keşfetti. Tabii ki Cüneyt Bey ile en önemli ortak noktamız ortaya

çıktı. Çünkü o da kelimenin tam manası ile bir lezzet otoritesiydi.

İnsanların uzun yıllardır yaptığı klasik yemekleri biz birlikte değişime

uğratmaya başladık.

Bir gün gelir “Ayşen şu un helvasını bademli yapsak olur

mu” derdi. Bir süre sonra un helvası bademli oldu. Derken ben

de “Cüneyt Bey portakal rendesi ve vanilya koysak nasıl olur” dedim.

Sonunda 40 yıllık un ve irmik helvası bademli, portakallı ve

vanilyalı yapılmaya başlandı. Ayrıca, Cüneyt Bey pek çok insanın

farkında olmadığı, güzel yemek yemenin insanları ne kadar

mutlu ettiğini çok iyi bilirdi. Bu nedenle dostlarını ağırlayacağı

zaman mutlaka farklı ve özel lezzetler sunmak isterdi. Benim çalıştığım

dönemde ajansta yemek yoktu. Fakat kullanılabilecek bir

mutfak vardı ve bir süre sonra biz orada yeni lezzetler yaratmaya

başladık. Hele ki bir de yemek yapmayı seven birilerini keşfederse

çok çılgın işler yapardık. Bir gün yeni gelen bir teknik ressam

arkadaşımızın puf böreği yaptığını öğrendik. Tabii derhal harekete

geçildi ve ajansın odalarında yerlere serilen muşambalar

üstünde sanırım yüze yakın puf böreği dizildi. Neyse epey uğraştıktan

sonra, puf börekleri sofraya geldi, elbette hepimiz saldırdık.

Ama Cüneyt Bey o çok sevdiği şeyden 2 - 3 tane yeyip elinize

sağlık deyip işi bitirdi. Onun prensibi daima aristokratlar gibi az

yemek ve daima tabağında bir parça bırakmaktı. İlk günlerde bu

huyunu bilmediğimden; onun çok sevdiği kereviz soslu spaghetti

yapmıştım. Bir parça yedi ve kalktı, çok canım sıkılmıştı, herhalde

beğenmedi dedim. Şaka yollu “Bu kadar yiyecektiniz de beni

niye uğraştırdınız” dedim o da bana “Ben aslında kendimi kontrol

etmesem onun hepsini yerim ama daima irademe hükmetmeliyim”

dedi.

Ayrıca kendisi de güzel ve değişik yemekler yapar ve çok

zevkli sofralar kurardı. Özellikle yemek yapmayı sevmeyen hanımlarla

dalga geçmeye bayılırdı. O sıralar ajanstaki bir arkada

şımız yemek yapmaktan hoşlanmadığını söyler dururdu. O da

benim yaptığım dizme fasulyeyi ona gösterir ve bunu ben yaptım

diyerek o arkadaşımızı çok kızdırırdı. Sanırım onun bu yönü kızı

Defne’nin bugün yemek konusunda bir profesyonel olmasına ışık

tutu.

Bu arada şunu da söylemek isterim. Cüneyt Bey gördüğüm

kadarıyla çok iyi bir babaydı zaman zaman çocuklarla anne ve

babalar arasında fikir ayrılıkları olsa da o çocuklarını mutlu etmeyi

çok önemserdi. Eşinden ayrıldığı ilk günlerde, hafta sonları

çocuklar ona kalmaya geldiklerinde, benden onlar için beze

yapmamı rica ederdi. Ben de sabah beze hazırlardım ve Cüneyt

Bey, onlar uyurken elinde sıcak ekmekle bize gelir bezeleri alır ve

çocuklar uyandığında sizin için yaptım diyerek onların mutlu olmasını

isterdi. Bu da onun yemek ile mutluluk arasındaki ilişkiyi

keşfetmesinin sonucuydu.

Gurmeliğinin yanında son derece nazik, öğretici ve dost bir

insandı. Çalıştığım süre içinde rica etmeden bir şey istediğini ve

teşekkür etmeden iş yaptırdığını görmedim. Onunla çalıştığım

dönemde daima kendimi hazır tutardım. Çünkü son derece ciddi

bir tavırla yaptığı esprileri yakalamak için bu gerekliydi. Eğer

esprinin espri olduğunu kavrayamazsan kendini kötü hissedebilirdin.

Bir arkadaşımız bu konu da çok hassastı ve şakaları ciddi

anlar, kendini yıpratırdı. Sonunda o da Cüneyt Bey’in bu tarafını

anladı ve o da en iyi dostlarından biri oldu. Ben ona “Sizinle

çalışmak, konuşmak sürekli fikir jimnastiği yapmaktır” derdim.

O da bu sözü çok severdi. Tabii ki ayrıca onun bilgi birikimini

etrafındaki insanlarla paylaşması hepimizin önünde yeni ufuklar

açılmasına sebep olmuştur. O kadar yoğun çalışan bir insandı ki

günün bitmesini hiç istemezdi ve akşamları biz çıkarken o hâlâ

çalışıyor olduğundan “İyi akşamlar” dememize kızar ve biz ona

“İyi günler” diyerek çıkardık.

Kısacası Cüneyt Bey çok özel bir insandı. Seneler geçti, oğlum

büyüdü ve onunla da çok iyi bir dostluk kurdu. Onu kızdırmak

için “Dede, torun kaynatın bakalım derdim” ama oğlum ona

ağabey derdi çünkü o her yaştan insanla kolayca ilişki kurabilen

bir insandı. Ona da elinden geldiğince yol gösterci oldu.

Ama ne yazık ki doğa kanunlarına gore normal sayılabilecek

bir süre olarak görülse de biz dostları için henüz çömezlikten ustalığa

geçmeden, çok erken ve zamansız ayrıldı aramızdan. Ama

o bu dünya da olmasa bile söyledikleri ve öğretileri hep aklımızda,

ruhumuzda bizlere onu hatırlatacak.