Erhan Öner
TEKFEN Holding Grup Şirketler Başkanı
Hatırlayabildiğim kadarıyla 1970’li yılların başında idi.
Şirkette bir iki yıllık bir mühendisken, bir şirket broşürü
bastırmakla görevlendirilmiştim. Broşürü hazırlayacak ajansı
ararken, sevgili Cüneyt ile tanıştık. Cüneyt’in karizmatik yapısı,
engin reklamcılık ve halkla ilişkiler tecrübesi bir araya gelince
beni öyle etkiledi ki, işi ondan başkasına veremezdim. Kısa zamanda
o günün şartlarına göre çok Avrupai bir broşür çıkarttık.
Geriye bakınca 35 yıl geçmiş.
Bilahare bugün herkesin çok iyi bildiği, fakat 35 yıl önce çok
az kişinin varlığından haberdar olduğu, il “Kurumsal Kimlik El
Kitabı”mızı çıkarttık. O her zaman yenilikleri çok yakından takip
eden, onları ilk fırsatta hayata geçirmeyi vazife edinmiş istisna-i
bir entelektüeldi.
Cüneyt, müthiş kültürlü, atletizm hastası, gurme ve çok nüktedan
iyi bir dost olduğu kadar, benim için olmasa bile başkaları
için genelde iş yapılması da o kadar zor bir arkadaştı! Zorluğu ise
tamamen dürüstlüğü ve doğru bildiği şeyleri dank diye söylemesinden
kaynaklanırdı. Cüneyt’in bu karakterini bilen benim için
her şey normal iken, işi yaparken çalışacağı arkadaşlar ve / veya
müşteriler için kabul edilmesi o derece de zor idi, taviz ve politika
onun lugatında yoktu.
Telefonla ve yüz yüze görüştüğümüzde “Nasılsın Cüneyt?”
dediğimde cevap aynıydı: “Domuz gibiyim”.
Cüneyt hepimizin bildiği tığ gibi, kilosu hep aynı iken, ben
ilk tanıştığımızda onun gibiyken geçen seneler içinde 125 kiloya
ulaşmıştım. Bunun müsebbibi ben olmama rağmen o, kabahati
çok güzel yemekler yapan ve aşuresine bayıldığı eşimde bulurdu!
Bir gün sohbet ederken bir sual sordu: “İşten gelmişsin, hava
çok güzel, sana iki opsiyon! Biri boğaza karşı ayaklarını uzatıp içkini
yudumlayacaksın, diğeri de üstünü değiştirip boğaz boyunca
koşacaksın” dedi. Tabii tahmin edeceğiniz gibi ben birincisini, o
ise ikinci şıkkı hiç düşünmeden seçecek müthiş bir sportmendi.
O, kitaplardan ve dokümanlardan kımıldayacak yer bulunmayan
ofisinde kendini bilginin tam merkezinde huzur içinde
hissederken, sizlerle bürodaki aşçısına yaptırdığı puf böreklerini
ikram etmekten müthiş zevk alırdı. Her yiyeceğin en iyisinin
nereden alınacağını bilir ve onu sizlerle paylaşmaktan keyif alan
can bir dosttu.
Şimdi bize portakallı çikolatayı kim gönderecek?
Yılbaşlarında, düşündürücü ve o dönemin olaylarına farklı
bir bakış açısı getirecek o anlamlı kartları kim gönderecek?
Huzur içinde yat, mekânın cennet olsun ve oradan bize
“Domuz gibiyim” demeye devam et Cüneyt.