Aşkın Tuna
Atletizm Federasyonu Eski Başkanı, Türkiye Rekortmeni
Atletizm sahasına yabancı biri gelince hemen fark edilir.
1962 yılında da öyle oldu.
Siyah renk Volkswagen’den ince, uzunca boylu, ağzında
pipo, farklı bir giyiniş tarzı ile biri geldi. Sol eli pantolonun cebinde
etrafına şöyle bir baktı...
Yanına Cahit Önel ve Ekrem Koçak koşarak geldi ve bir şeyler
konuşmaya başladılar.
Yabancı, arada bir başını hafifçe arkaya doğru çekip, olumsuzluk
işareti veriyordu.
Türkiye’nin en büyük atletleri, onun yanında sus pus olmuş
dinliyordu.
Sonra onu daha sık sahada görmeye başladık...
Davranışları değişik, ağzındaki pipo, giyiniş tarzı ile bu yabancının
Amerika’dan yeni döndüğünü, eski 100 m. koşucularından
olduğunu öğrendim.
Cüneyt Koryürek bende bir saygı ifadesi yarattı.
Uzun yıllar Cahit Önel –Ekrem Koçak ikilisini çalıştırdı...
Boynuna doladığı kronometresi, dudaklarından düşürmediği piposu
ile bazen 100 m. çıkış yerinde, bazen finişde durur, çalıştırdıklarına
taktik verirdi.
Ekrem –Cahit ikilisinin idmanda bile kapışmaları bizi seyretmeye
zorluyor, heyecanlandırıyordu.
Antrenörümün olmaması bende daima bir eksiklik yaratmıştır.
Atlet, antrenörü sadece idman vermesi için değil, zaman zaman
dertlerini, sorunlarını paylaşacak bir insan olarak da görmek
ister. Onun yanında kendini daha güvencede hisseder.
Bendeki bu eksikliği Cüneyt Ağabey acaba giderebilir
miydi?
Kendisine bu teklifi götürdüğüm zaman,
“Ben üç adım atlamadan anlamam..” dedi.
“Ben sizden yalnız 100 m. idmanı istiyorum. 11.4’den aşağı
inemedim.”
“Ben her zaman senin yanında olamam.”
“Olsun, ben buna alışığım..Siz bana idmanı verin, ben yaparım..
Sprintim çok zayıf..”
“Ok.”
İki yıl içinde 100 metreyi 10.8 e düşürdüm..16.01 m. de ondan
sonra geldi.
Amerika California’dan tahsilime devam etmek üzere burs
teklifi geldiğinde ona danıştım..
“Hemen bavulunu topla git… Seni buralarda görmeyeyim.”
dedi.
Gitmek tabii o kadar kolay değildi... İşi biraz ağırdan almam
sonucu, üniversite 3. sınıfa geçmiş olmam, orada yeniden birinci
sınıfa başlamak bana zor geliyordu. Buna rağmen, gitmem konusunda
ısrar ediyordu. Meksika Olimpiyadları barajını geçince,
“Oradan dönme, Amerika’ya geç ve oku... Seni buralarda
görmek istemiyorum.”
“Peki…” dedim, ama Meksika’dan Amerika’ya geçmeden,
memlekete döndüğümde benimle uzun müddet konuşmadı.
Çok kızmıştı...
Federasyonlarda Genel Sekreterlik, Asbaşkanlık ve Başkanlık
görevlerinde bulundu.
Görevde olduğu veya olmadığı zamanlarda da atletlerin ve
atletizmin yanında ve içindeydi.
Gazetelerde Olimpiyadın anlamını ve önemini ilk kez O yazdı.
Olimpiyadların Türkiye’ye getirilmesi hususunda var gücü
ile kulis yaptı...
2OO8 Olimpiyadları’nın Istanbul’a alınması için Başbakan
Tansu Çiller ile birlikte İsviçre’de tanıtım ve kulis faaliyetlerinde
bulundu.
Avrasya Maratonu’nun isim babası oldu... Bu yarışı dünyaya
tanıttı.
Son günlerine kadar atletlerin sponsor bulmalarına yardım
etti..Bazılarının Amerika’da tahsil etmelerini sağladı. Ruhan Işım
ve Mesut Yavaş bunlardan ancak iki örnektir.
Hayatım boyunca isimlerini söylemeden üç kişiye “ağabey”
diye hitap ettim.
Biri, öz ağabeyim Taşkın,
Diğeri, Mersin’de atletizmin var olmasını sağlayan Seyfi
Alanya,
Evet... Üçüncüsü Cüneyt Koryürek...
Nur içinde yat ağabey...