Mehmed Sami Çavuşoğlu
ZAMANIN DEĞERİNİ BİLME KİTABI
Sanıyorum Cüneyt Koryürek böyle bir kitap yazılacak olsa
onu yazabilecek tek insandı. En kıymetli varlığın ne olduğunu
ondan öğrendim. Kıymetini korumakta onun kadar başarılı
olabildim mi, eh henüz değil ama daha önümde “zaman” var,
umarım... 20 günlük kızımın beşiğine bakarken “zaman” daha
da farklı görünmeye başladı gözüme, tıpkı 22 Ocak günü onunla
Teşvikiye Camii’nde vedalaşırken olduğu gibi.
Cüneyt Bey ile tanışmam 1988 ya da 1989 senesi idi. Liseyi
yeni bitirmiştim veya bitirmek üzereydim. Annemin çalıştığı kurumun
tanıtım kampanyasını yönetmek üzere Delta Ajans ile anlaşılmıştı
ve sohbetler esnasında söz benden açılınca bir fırsatta
tanışmak istediğini söylemiş anneme. Elmadağ’daki ofisine gittik.
Çalışma odasından içeri girdiğim anı unutamam. “İşte böyle
olmalı” demiştim içimden, “ böyle olmalı gerçekten okuyan ve
çalışan bir adamın odası”. Gerçekten de her yerde gördüğümüz
raf raf dizili ama bir defa olsun yerinden oynamayan kitaplar ve
çalışma odalarının yanında Cüneyt Bey’in odası cennetten bir köşeydi
benim için.
O odada epey vakit geçirmişimdir ve akan zamanla birlikte
masanın üzerindeki kitap sırası yükseldi sonra sağına soluna
ikinci, üçüncü sıralar eklenerek devam etti. Masanın üzerinde kitaplar
arttıkça Cüneyt Bey’in daktilosundan da çok ilginç kitaplar
çıkmaya başladı. Ben özellikle liderlik üzerine olanı çok beğenirim.
Gerçekten “lider” koltuğunda oturup da zerre kadar liderlik
vasfı olmayanların defalarca okuması gereken bir kitap.
Şimdi sayısını hatırlayamayacağım kadar çok kitabını okumam
için bana ödünç verdi, ki bunu pek nadir yapardı. Arada
sırada uzun sohbetler etmek üzere bana zaman ayırırdı ki en kıymetli
varlığı benimle paylaşması benim için ayrı bir anlam ifade
ederdi. Son derece geniş bir spektrumun üzerinde gidip gelen
sohbetlerimizi özleyeceğim. Spordan siyasete, tarihten edebiyata
ve coğrafyaya çok renkli, heyecanlı ve tutkulu sohbetlerdi bunlar.
Hayatın ne şekilde yaşanıp zamanın nasıl tüketileceği konusunda
Cüneyt Koryürek benim için bir deniz feneri gibi olmuştur
diyebilirim. Fenerler ışığıyla yol gösterirler ama rotayı çizmek
hep kaptanın maharetine kalır. Cüneyt Bey yol göstericiliği de
her yaptığı iş gibi rafine bir şekilde yapardı. Ne kadar rafine bir
insan olduğunu insanları dinlemekte gösterdiği nezaketten anlayabilirdiniz.
Tabi birakın dinlemeyi, konuşurken dahi nezaketten
zerre kadar nasibini almamış insanların idare ettiği bir toplumda
bu gibi değerler ve vasıflar kaç kişinin dikkatini çekiyor ki...
Olsun, kendi tabiriyle “sıkı bir elitist” olan Cüneyt Bey için
bir kişinin olması fazlasıyla yeterliydi. Teşbihte hata olmaz,
Cüneyt Bey hep kendisini bir “elitist” olarak ifade etti ve bu kelimenin
gerçek manasını anlayamayan ve anlamak için gayret göstermekten
öte menfi olarak anlayan “güruhun” kendisi hakkında
ne düşündüğünü de umursamadı.
Kendisine ve işine olan saygısını hep takdir ettim, zaten
onunla tanışan bir kişinin bu vasıflarını fark etmemesi mümkün
değildi, bir şekilde bunu anlardınız. Kendine, işine, bildiği ve bilmediklerine
saygı duyan ve güvenen bir insan nasıl olmalıdır sorusunun
cevabı Cüneyt Koryürek’ti. Hani bir laf vardır “kendiyle
barışık olmak” derler, çoğumuzun bunu anladığı şekil kendimizle
problemsiz, sorgusuz sualsiz yaşamaktır. Halbuki Cüneyt Bey,
insanın kendisini sorgulamasının ve eleştirmesinin, kendine duyulan
saygı çerçevesinde son derece sıhhatli bir davranış olduğunu
bana göstermiştir. Sormak, sorgulamak, şüphe etmek son
derece insanca vasıflardır ve bunları “saygı” adı altında bastırmak
ve bir kenara itmek aslında insanın kendisine yapabileceği
en büyük saygısızlıktır, bir nevi kendisini yok saymasıdır. Cüneyt
Bey hiçbir zaman için “yok” değildi ve olmayacak.
Bu yazıyı bu noktaya kadar getirdim ama bundan sonrası
zorlama olacak gibi geliyor. Bazı hatıralar vardır onları kendinizde
tutmak istersiniz. Müsadenizle ben de bir kısmını kendi
özelimde tutmak istiyorum. Çok iyi tanıdığım, kendisiyle zamanı
üretken ve yararlı amaçlar için beraberce tüketmekten çok keyif
aldığım ve sohbetlerini çok özleyeceğim Cüneyt Bey’e bu yazı ile
veda etmiyorum... Ondan öğrendiklerim ve onunla paylaştıklarım
hafızamda yer etmeye devam ettikçe dostluğumuz devam
edecek.
Bir söz vardır, “Körler ülkesinde tek gözlü adam kraldır”
diye, ben kendimce Cüneyt Bey ve onu kaybediş şeklimize bakarak
bir türevini yarattım, şöyle diyor; “Adamlıktan nasibini
almamışların ülkesinde de Cüneyt Koryürek’ler fazladır”. Keşke
onu ve onun gibi daha nicelerini daha iyi koruyabilsek ve anlayabilseydik.
Umarım ondan öğrendiklerimin bir kısmını aynen
çocuklarıma aktarabilirim.