Artun Ünsal
Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi, Yazar
CÜNEYT KORYÜREK: ZENGİN ÖLMENİN DEĞİL,
ZENGİN YAŞAMANIN ŞÖVALYESİ...
Cüneyt Koryürek Ağabey’im ile ben henüz 16 yaşında bir
sporcu olarak Ankara’da 19 Mayıs Atletizm sahasında
başlayan, sonraki dönemlerde güzel yemekleri, ilginç kitapları
ve karşılıklı tüttürdüğümüz pipoların dumanını paylaşarak pekiştirdiğimiz
tam 50 yıllık dostluğumuz, trajik bir kazayla sonuçlansa
da, bitmeyecek. Çünkü ondan öğrendiklerim yaşamımda
beni hiç yalnız bırakmayacak.
Cüneyt Koryürek hepimize, başarılı olmak için hep çalışmak
ve özdisiplin gerektiğini, centilmenliği, zerafeti, hoşgörüyü ve
yapıcı tartışmaların erdemini öğreten ve hepsinden önemlisi, “
paylaşan” kişilerden biriydi. Daha doğrusu, başlı başına bir “yaşam
okulu”ydu. Aşık Veysel “Ben babamı, sen ustanı unutma”
diye öğütlerdi ya, Koryürek de bizlerin “zengin yaşama” sanatı
hocamız oldu, onu asla unutamayız. Onsuz, “eksildik” hepimiz...
Paraya pula, mala ve kibire değer vermeyen ama elindekini,
gönlündekini ve beynindekini olağanüstü bir cömertlikle sunan
bir insandı... Meraklı, sürekli okuyan, bilgili, ancak çoğumuzun
sahip olmadığı ya da bir türlü beceremediği, karşısındakini
de “dinlemesini bilen”, sabırlı ve pozitif, kısacası “ bilge” bir kişiliği
vardı. Kısacası Koryürek, günümüzün yükselen değerlerine
doğası gereği daima yabancı kalmayı yeğleyen,“aykırı” bir adamdı;
kendi tabiriyle “eksantrik”. Sıradışıydı, belki de son Mohikan...
Bu yüzden onu yeterince tanımayan kimilerine itici gelebilirdi...
Ancak bu güzel adam hiç yalnız değildi. Çünkü dostlarını önemserdi,
dostları da onu. Dahası birbirlerini henüz tanımayan dostlarını
bir araya getirip tanıştırma hasleti de vardı. Misal, bundan
on beş yıl önce Rasim Özkanca ile İstanbul’da ilk tanışmamızı ve
süren sağlam dostluğumuzu ona borçluyuz bir yerde...
Gazetecilik ve halkla ilişkilerden, Olimpiyadlara ve özellikle
atletizme gastronomiden toplumsal sorumluluk projelerine,
her konuya ilgi duyan “çok yönlü” yapısıyla gerçek bir enerji ve
yaratıcılık küpüydü. Ankara’daki halkla ilişkiler ve reklamcılık
ofisindeki kiremitte balık, İstanbul’da ise puf böreği davetlerine
katılma ayrıcalığına sahip olan dostlarının onu unutmalarına
imkan yok. Muzipçe takılmaları, anlattığı fıkralarda tatlıya yer
bırakmazdı zaten. Onunla güler, düşünür, tartışır, keyiften doyardık...
Fransa dönüşü yeniden İstanbul’a yerleştiğimde, Cüneyt
Ağabey’im beni hemen arayıp birlikte yemek fırsatları yaratmayı
hiç ihmal etmezken, bir bakıma çevreye alışmamı da ustaca
kolaylaştırmıştı. Beni ilk götürdüğü yerlerden biri de, maalesef
bundan birkaç yıl önce kapanan İstinye’deki ünlü Süreyya idi.
Ankara’dan İstanbul’a göç eden Beyaz Rus Süreyya’nın yanında
yetişen Doğan Uzun’un Türk ve Rus yemekleri ağırlıklı bu mekanında
ne güzel şeyler yerdik birlikte: Önce, masaya salatalık turşusu,
kırmızı turplar, kızarmış ekmek ve tereyağı gelirdi iştah açıcı
misyonlarıyla... Cüneyt Ağabey, özellikle maydanozlu karides
paneye bayılırdı. Ben de kreması ve Samsun havyarı ile birlikte
servis edilen bir “blini” söylerdim, yerken de paylaşırdık. Ardından
ana yemek olarak, sığır “karski” veya tavuk “kievski”... Tatlı
babında, çikolata sufle ya da çikolata soslu “parfe” dondurması,
karamel şekerden şemsiyesi altında; sosu sıcacık. Taze frambuaz
da zaman zaman masamızı şenlendirirdi. Beni Osmanbey’deki
eski Borsa Restaurant’a da ilk götüren Cüneyt Ağabey olmuştu.
Burada da Türk mutfağının güzelliklerine dalardık beraberce...
Onulmaz bir çikolata düşkünü olan Koryürek, sair zamanlarında
dostlarına daima çikolata ikram eder, hatta portakallı
çikolatayı çok beğenen dostlarının işyerleri ya da evlerine kutu
kutu bu çikolatadan gönderip güzel sürprizler yapmayı severdi.
Her daim cömert bir adamdı. Şu talihin civesine bakın: Süreyya
Restaurant’a gittiğimizde, yemek servisini garsonlara bırakmayıp
bizzat kendi yapan değerli dost Doğan Uzun’u bundan
birkaç yıl önce bir trafik kazasında yitirdikten sonra, Cüneyt
Ağabey’imizin de aynı kaderi paylaşması ne kadar hazin raslantı
değil mi?
Yaşamdan zevk almasını bilmek, ama aynı zamanda “ufuk
açıcı” kişiliğiyle çevresine yararlı olmak; bu Koryürek’in eşşiz
sanatıydı. Her yeni yılın arifesinde dostlarına hiç üşenmeden
postaladığı, insanı düşündüren, umut veren ve toplumsal çıkarlara
hizmet etmeye davet eden mesajlarla dolu tebrik kartlarını
nasıl unuturuz? Elinden tuttuğu, maddi ve manevi destek arayıp
bulduğu nice genç rekortmen atletlerimizin başarılarının
arkasında da Cüneyt Ağabey’in görünmez imzası vardı. Bizim
Çengelköy’deki Seval Pastahanesi’nin ünlü portakallı çikolatasının
bu denli güzel olmasında, ya da Hıncal Uluç dostumuzun
50. meslek yılı sürpriz kutlamasının arkasında onun görünmez
imzasının olduğu gibi... Koryürek, çevresine öğretmenlik taslamayan,
daima cesaret veren, yetiştirdiklerinin başarılarıyla candan
sevinen, övünen ve gerekirse eleştiren ama özünde sevecen,
gerçek bir toplumsal liderdi.
Başta Neşe kardeşim, Mehmet, Defne, Hıncal, Öcal, Yusuf
ve daha nicemiz; “onsuz ama hep onunla” yaşayacağız geri kalan
günlerimizde. Kolay iş değil doğrusu...