Cüneyt E. Koryürek

Hakkında Yazılanlar

 

Atilla Gökçe

Miliyet Gazetesi -23 Ocak 2008

Ve başöğretmen de gitti

Kötü haber İzmir’den geldi... Hem de “baba yerine koyup”

sevdiğim Öcal (Uluç) Abi’den...

Beşiktaş maçını izliyordum... Öcal Abi, “Cüneyt Abi kaza

geçirmiş, kafasında, kol ve bacaklarında kırıklar varmış,

İlkyardım’da !” diye anlatmaya başladı. O’nun, bilebildiğim kadarıyla

hayattaki en yakın dostu Hıncal (Uluç) da İzmir’deydi...

Sonrasını biliyorsunuz, haberler giderek kötüleşti ve Fuat

Akdağ boğuk sesiyle, “Cüneyt Abi’yi kaybettik” dedi.

Ben öksüzlüğü ve yetimliği bilip yaşadığımı sanırdım...

Yanılmışım...

Bazen birkaç kez öksüz ve yetim kalabilirmiş adem oğlu...

Sadece ana babasını kaybettiğinde değil.

Yeniden öksüz ve yetim kalmıştım işte.

Beş olimpiyad izlemiş, her olimpiyatta Cüneyt Koryürek’ten

hep yeni bir şeyler öğrenmiştim...

Bazen bilgiye sahip olduğunu gösterir, beni meraktan çatlatırdı

Cüneyt Abi... Beni her kızdırdığında benden hep aynı isyanla

dile getirdiğim unvanı duyar, kahkahayı basardı... “Bilgi Faşisti”

derdim ona... Beni kıvrandırarak düzenlediği o “sadist” gösterinin

sonu hep böyle biterdi... Bilgi Faşisti (!), işkencenin sonlan

ması gerektiğini anlar, sonra piposundan keyifli bir duman çekip

eşsiz bir şefkat ve cömertlikle anlatmaya başlardı:

“Biliyorum, meş’aleyi hangi sporcunun taşıyacağını merak

ediyorsun. Aramadığın kaynak, çalmadığın kapı kalmadı.

Sonunda Cüneyt Abi’nin kapısına geldin işte... Bak sana bir öykü

anlatayım... Sabırla dinle, sözümü kesme...

“1936 Berlin Olimpiyat Oyunları sırasında Kore, Japon işgali

altındaydı... Japonlar da Hitler gibi kendi propagandalarını

yapmak için, Koreli sporcuları Berlin’de kendi bayrakları altında,

Japon ulusal formasıyla yarıştırmaya karar verdiler. Hatta onlara

Japon isimleri koydular, ama tutmadı. Koreli sporcular hiç

değilse kendi adlarıyla yarıştılar... Her neyse maraton yarışını

Sohn Kee-chung kazandı. Madalya töreni sırasında Japon ulusal

marşı çalındı... Göndere Japon bayrağı çekildi... Sohn, bir şampiyondan

hiç de görülemeyecek müthiş bir utanç içinde, başını öne

eğerek hiçbir zafer selamı vermeden, marşa eşlik etmeden töreni

tamamladı... Harpten sonra 1948 Londra Olimpiyatları’nda Sohn

Kee-chung, açılış töreninde özgür Kore’nin bayrağını taşıyordu.

Ama yine de 1936 Berlin’in acısını unutamamıştı...”

Dayanamadım, “Yaşıyor mu şimdi?” diye sordum heyecanla...

“Evet, 76 yaşında ve sağlıklı... Açılış günü Seul’de olacak!”

Donup kalmıştım... Evet, merak ettiğimi öğreniyordum, ama

Cüneyt Abi’yi kıskanmaktan, bu bilgiyi daha başka bir kaynaktan

alamadığım için kendime lanetler yağdırmaktan da alamıyordum

kendimi...

“Abi, çok güzel öykü... Müthiş bir haber bu!” diyebildim...

1988 Seul Olimpiyatları için oradaydık. Basın Köyü’nde aynı

daireyi kullanıyorduk. Sustum ve odama çekildim.

İki dakika sonra yanıma geldi, kolumu kavrayıp, “Çocuk,

merakın için ödüllendireceğim seni... Al bu hikayeyi yaz!” dedi.

Minnetle yüzüne bakıp, “Sağol Sayın Bilgi Faşisti” dedim.

Hayır, emeğine ve birikimine saygısızlık yapamazdım.

Şimdi tam 20 yıl sonra onun ruhsatıyla yazıyorum bu öyküyü...

Cüneyt Abi de tıpkı Ercan Arıklı gibi trafik canavarının kurbanları

arasına katılıp son yolculuğuna çıktı. Güpegündüz hem

de... Şehrin tam göbeğinde, en medeni yerinde, alkolsüz bir sürücünün

çarpmasıyla karşı kaldırıma geçmek isterken...

O’nunla birlikte gazeteciliği bilgeliğe, bilgiyi projeye, hayatı

keyfe, arkadaşılığı ve dostluğu doruklara taşıyan bir adanmışlık

macerası da son buldu...

Benim olimpiyat oyunlarındaki başöğretmenim, dersi bitirdi

ve gitti.

Şapka Ertekin’i gördüm cenaze töreninde... “Hıncal Abi senin

için yürümeyi hiç sevmez, diye yazmış, sakın yürüme...” diyebildim...

Cüneyt Koryürek, kimbilir hangi telaş ve heyecanla

atıyordu adımlarını, bilemiyoruz. Ama yürümenin bile “hayati

tehlike” oluşturduğu bir ülkede yaşıyoruz.

Oyunu kavgaya dönüştüren, yarışı savaşa çeviren, hayatı

komplo senaryolarıyla çekilmez hale getiren insanların da yaşadığı

bir ülkede.

...Ve giderek daha öksüz, daha yetim, daha yalnız kaldığımız

bir ülkede!