Tufan Türenç
Hürriyet Gazetesi Yazarı
Onun Yokluğunun Acısı Hİç Dİnmeyecek
Cüneyt Koryürek’i Milliyet’te tanıdım. 1970 yılıydı.
O, ekibiyle birlikte Cağaloğlu’na Milliyet’e gelmişti.
Binanın en üst katındaki patronun odasının yanında bulunan geniş
salona yerleşmişti.
Onların gelişi biz gazetede çalışanlar tarafından değişik şekillerde
yorumlanmıştı.
Cüneyt Koryürek ve arkadaşları hem gazetenin ilan işlerine
yeni bir hava getirecekler, hem de bazı atılımlar için öneriler hazırlayacaklardı.
Birkaç gün sonra bir adamı elinde piposuyla yazı işlerinde
görmeye başladık.
İşte gazeteye yeni ufuklar açacak olan ekibin başı Cüneyt
Koryürek buydu.
Gazetecilerin tutucu yanları vardır. Dışarıdan gelenlere, hele
hele akıl vermek için gelenlere pek sıcak bakmazlar, pek de sevecen
yaklaşmazlar.
Aramızda böyle bir hava doğuverdi. Doğrusu ben de kendimi
bu havadan kurtaramadım. Ama bir gün öyle bir olay oldu ki,
Cüneyt Koryürek’i yakından tanıma olanağını buldum.
Yine piposuyla yazı işlerine gelmiş, gazetenin ikinci adamı
Turhan Aytul’un odasında oturuyordu. Hararetli hararetli
bir şeyler konuşuyorlardı. Bir süre sonra Turhan Aytul beni
çağırdı.
Odaya girdim. Her zamanki gibi heyecanlıydı. Gözlerini aça
aça şöyle dedi:
“Bak kardeşim, sana Cüneyt Koryürek’i tanıştırayım. Artık
bizimle çalışıyor. Kendisinin çok ilginç bir projesi var. Adana’ya
gidilecek, Çukurova bölgesi gezilecek. Oradaki ekonomik gelişmeler
ve o bölgenin sorunları gazetecilere anlatılacak. Ben de seni
görevlendiriyorum. Döndükten sonra izlenimlerini yazarsın.”
Cüneyt Koryürek’le ilk kez orada el sıkıştım. Bana, “Güzel kızlar
değil ama güzel yerler göreceksin delikanlı” dedi. Gülüştük.
Gezi öncesi birkaç kez daha görüştük. Çok sıcak, dürüst, esprili
bir insanla karşılaşmıştım. O güne kadar olan yargılarım değişivermişti
Cüneyt Koryürek için.
Gittik, gezdik döndük. Topladığım malzemelerden iyi bir
araştırma ve inceleme yazısı çıktı. Yazı gazetede genişçe yer aldı.
Cüneyt Koryürek ertesi gün yanıma geldi ve çok güzel bir yazı
yazdığımı söyledi, kutladı ve teşekkür etti.
İşte aramızda her geçen gün güçlenerek büyüyen dostluk
böylece başlamış oldu.
Aradan ne kadar geçti tam anımsayamıyorum, Milliyet’le
olan anlaşması sona erdi. Gazeteden ayrılıp başka bir yere taşındı.
Ama dostluğumuz aralıksız sürdü. Sık sık buluşur dertleşirdik.
Her ikimizin de tek ortak derdi ülkenin sorunlarıydı.
Konuşmalarımızda ikimiz de politikacılardan şikâyet eder,
ülkeyi bu insanların batırdığı konusunda görüş birliği içinde
olurduk. Türkiye’de siyasi etiğe ve ilkelere bağlı kalınmaması ikimizin
de öfkelendirirdi.
Son zamanlar daha sık bir araya gelmeye başladık. AKP iktidarının
Türkiye’yi bir uçuruma sürüklediğini, laik demokratik
rejime büyük zarar verdiğini düşünüyorduk.
Buna engel olmak için çareler arıyorduk. Üzerinde durduğumuz
en önemli nokta yeni partilerin kurulması, yeni liderlerin
politika sahnesine sürülmesiydi. Bunun için ülke sorumluluğu
taşıyan herkesin düşünce üretmesi gerektiğine inanıyorduk.
Bunun için saatlerce fikir jimnastikleri yapar, siyaset stratejileri
geliştirirdik. Lider adayları bile belirlemiştik. Bu çalışmaları
olgunlaştırıp uygulamaları için bazı siyasetçilere önerecektik.
Rahmetli hep şunu söylerdi:
“Sen de, ben de siyasete bulaşmaya niyetli değiliz. Böyle bir
amacımız yok. Düşünce bazında yaptığımız bu çalışmalar belki
politikacılara ve siyaset dünyasına yeni bir ufuk açar.”
Haklıydı. Tek düşüncemiz ülkemizin içinde bulunduğu kötü
durumdan kurtulması için katkısı sağlamaktı.
Ama bunu tamamlayamadık.
Canım dostum, hiç beklemediğim anda beni ve kendisini sevenleri
sonsuz kederlere sürükleyerek aramızdan ayrılıp gitti.
Onu unutmak çok zor.
Onun yokluğunun acısı yüreğimden hiç silinmeyecek.